25 Ocak 2009 Pazar

Man At Work












25.01.2009, çıkış: 09.12 giriş: 09.45 çıkış: 19.25 giriş: 19.41

24.01.2009, çıkış: 08.02 giriş: 08.28 çıkış: 21.47 giriş: 22.36

23.01.2009, çıkış: 08.32 giriş: 09.03 çıkış: 19.42 giriş: 19.59

22.01.2009, çıkış: 07.25 giriş: 07.55 çıkış: 22.12 giriş: 22.30

21.01.2009, çıkış: 07.30 giriş: 07.56 çıkış: 23.02 giriş: 23.22

20.01.2009, çıkış: 07.26 giriş: 07.52 çıkış: 21.57 giriş: 22.13

19.01.2009, çıkış: 07.32 giriş: 07.55 çıkış: 22.12 giriş: 22.29

18.01.2009, çıkış: 13.12 giriş: 13.35 çıkış: 19.35 giriş: 20.00

17.01.2009, çıkış: 08.01 giriş: 08.32 çıkış: 17.32 giriş: 17.57 çıkış: 17.59 giriş: 01.23

16.01.2009, çıkış: 07.22 giriş: 07.49 çıkış: 19.22 giriş: 19.43

..
..
..
..

Böylece geriye doğru gidiyor.
Ne mi bunlar. Evden çıkış, işe giriş, işten çıkış, eve giriş ve eğer varsa evden çıkış, eve giriş saatlerim. Zaman kendi zerafetiyle akıp gidiyor yanımda. Ben de ona kendimce eşlik ediyorum. İşe gidip gelerek. Bu her neyse, plak takıldı. Müdahale lazım, müdahale. Hale yola koymak lazım bu işleri güçleri.
Yoksa ben farkında bile olmadan arabam benim yerime işe gidip gelecek. Ben uyurken bilgisayarım binaları modelleri halledecek. Hatta "ben" farkına bile varmadan, kendim, benim kendi şahsi ruhum ve bedenim, eritiverecek zamanı.
Dur demek vakti yakındır.

11 Ocak 2009 Pazar

Geldi

Godot geldi. Evet. Bekletti ama geldi.

Lakin gitmesi gerekiyormuş.

Kimbilir bir daha ne zaman gelir.

Godot'yu Bekliyorum Gözlerim Açık

Bugün geçen haftanın aksine güzel başladı. Çizgi film seyrediyorum. Birazdan duş alıp dışarı çıkacam. Arabayı yıkatıp alışveriş yapıcam. Akşam üstü ve akşam için azıcık hazırlık sonra.
Neden mi farklı geçen haftadan? Bir planım var çünkü. Bir plan yanında arkadaşlarıyla geziyor. Yani tek bir planla bütün günü doldurabiliyorum. Peki ne mi planım? Godot gelecek. Onu bekleyecem. Ama bu sefer gözlerim açık. Cuma günü konuştuk çünkü. Yani en azından o geleceğini söyledi. Ben de ona güvenmeyi yeğliyorum.

4 Ocak 2009 Pazar

Godot'yu Bekliyorum Gözlerim Kapalı

"Ye iç keyfine bak, bakarsın yarın ölmeyiverirsin"

Külliyen yalan. Kendimi kandırıyorum. Zaten ölü olan biri nasıl tekrar ölebilir. Evet, bunu deniyorum aslında. Olabilir mi diye bakıyorum. Ama görünen o ki olacak. Ve ben hiç şaşırmayacam buna.

Sabah kalkmamak için direndim. Yataktan çıktığımda saat bir felandı. Ya da birbuçuk. Kahvaltı için üçe kadar bekledim. Resmen "bekledim" karnım kazınıncaya kadar. Gün için hiçbir planım yoktu. Her zaman olduğu gibi. Bu yüzden planlamasam da yapmak zorunda olduğum eylemleri mümkün olduğunca yavaşlattım ya da geciktirdim. Uyanmak kahvaltı etmek vs.. Evde yiyecek birşeyler vardı ama uyduruktu. Biraz düşündüm böyle olur mu diye ama doymak istedim. Bir yandan da dışarı çıkmak istemiyordum. Ama çıktım. Marketten birşeyler aldım. Eve gelip yedim. Güzel birşey yemek yemek. Bir de hazırlamak yemekten uzun sürmese daha güzel olacak. İstediğim şey buydu aslında bugün. Zamanımı çalacak birşeyler olması. Ama bu değil. Nedense yemek hazırlamak hep bir başka kişiyi de akla getiriyor benim için. Yani bir yemeğe hazırlık yapmak bir davetliyi gerektiriyor sanki. İki tane tost yaptım. Yanında meyve suyuyla dizi seyrederken yedim. Artık arkadaşlarımdan daha çok gördüğüm dizi karakterleriyle haşırneşir oldum biraz.

Çok sıkılıyorum çok. Sanırım problemli birşeyler dönüyor kafamın içinde. Keyif alma konusunda çok zorlanıyorum. Dinlemek için bile birşeyler bulmak o kadar zor oldu ki bugün. Yazmak da. İnanılmaz bir amaçsızlık var. Geçiversin istiyorum zaman. Her ne olacaksa sonunda oluversin istiyorum. Bir yandan da hiç durmadan düşünüyorum. Yapmak istediğim ama şu an yapmak istemediğim herşeyi. Zaman geçerken olmasını ya da başıma gelmesini istediğim ama "şimdi" istemediklerimi. Godot'yu bekliyorum gözlerim kapalı. Beklerken de olası bütün hayatlarım film şeridi gibi geçiyor gözümün önünden. O olası hayatların çevredeki yansımaları. O hayatlardan birinde ben yolda yürürken sokaktaki köpeğin durumunu bile geçiriyorum kafamdan. Bir durumdan kaynaklı binlerce olasılığın hayalini kuruyorum istemeden. İşte bu olunca da yaşamaya gücüm yetmiyor. Oturuyorum ve bekliyorum. Sık sık aklımdan "birşeylere dahil olmalısın" ya da "arkadaşlarını aramalısın" gibi düşünceler geçiyor. Ama yapamıyorum. Şimdi, şu anda ben burada pineklerken ya da sadece duvara bakıp zaman geçirirken başka mevzular dönüyor heryerde. Binlerce milyonlarca iyi kötü şey yaşanıyor çevrede, uzaklarda. Benim bu duruma en yakın hale geldiğim ansa markette yaptığım alışveriş oluyor.
Çok sıkılıyorum çok. Sıkılmaktan bile sıkılıyorum.

3 Ocak 2009 Cumartesi

Taşındık

Selamlar,
Bir vakit eski adı "Sanduka" olan bu blogda bir arkadaşımdan duyduğum bir sözü, yanına bir eşek fotoğrafı ekleyip paylaşmıştım. Yanda görünen eşek kardeşimiz odur. Sözü söyleyen değil de sözde rol alan arkadaşımız. Ben çok sevdim kendisini ve blogun ismini cismini onunla ilişkilendirmek istedim. Söz de şöyleydi; "Kararsız eşek bozuk saat gibidir, ileri gidecem derken geri kalır". Belki geçici belki kalıcı bir durum ama şimdilik böyle.

"Sanduka"yı takip eden var mıydı bilmiyorum ama şu anda pek önem taşımıyor bu. Bir süredir birşey yazamıyordum zaten. Aralıklarla yazdıklarımı siliyordum. Pişman olduğumdan değil ama sanki zamanı arada bir baştan almaya çalışıyorum. Tanıdığım biri ya da birileri bunları okuduğu için yazılanların hep orda olmalarından rahatsız oluyorum. Yazmış olmanın mı yazmamış olmanın mı daha iyi olduğuna karar veremiyorum. Yazılanları hissetmemiş olmak gibi bir durum sözkonusu olmadığından bu konuya hiç girmiyorum. Bu durumda içinde bulunduğum duruma yakışır bir adrese taşınmak daha iyi olur belki.

Umarım öyle olur ve umarım yazarım birşeyler. Ve umarım bazen benim için çok anlam taşıyan bu blog keyifli bir hale gelir.

2 Ocak 2009 Cuma